Reklam
  • Reklam
BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE: MİLLÎ RUH
Ozan ERDEM

Ozan ERDEM

BÜYÜK VE GÜÇLÜ TÜRKİYE: MİLLÎ RUH

10 Ocak 2017 - 17:45

Dünyanın en güzel coğrafyasında, en değerli stratejik topraklarına sahibiz.  Sadece toprak değil sahip olduğumuz, bir vatan. Öyle bir vatan ki, bin yıldır Bizans’ına, Haçlı’sına, Moğol’una, Sırp’ına, Rum’una, Ermeni’sine, Rus’una, Fars’ına, İngiliz’ine, Yunan’ına hasılı tüm düvel-i muazzamaya karşı yüzbinlerce şehidimizin kanı ile sulayarak baktığımız en değerli varlığımız. Bin yıldır alın teri ile, akıl teri ile, yürek teri ile imar, inşa ve ihya ettiğimiz medeniyetimizin vücut bulduğu göz bebeğimiz. Kökümüz, mazimiz, istiklâlimiz ve istikbâlimiz adeta kaderimiz olan olan al bayrağımız ve bedelini ödediğimiz ve ödemeye de devam edeceğimiz vatanımız. Ve işte, bu mukaddes varlığımızı elimizden almak için bir kez daha tüm şer güçler tekrar saldırı içindeler. Yâri güzel olanın gözüne uyku girmez. Bizim yârimiz olan vatanımız da yeryüzünün en güzeli, en çekicisi, en alımlısı. Bu yüzden bu yârin namusunu korumak da en mukaddes görevimiz. Bir kez daha korumak, sahip çıkmak, yaşatmak için bu zorlu, sıkıntılı, terör saldırılarının alçakça üzerimize geldiği çetin ve acı günlerini atlamak zorundayız ve atlatacağız da inşallah.  

Bu topraklar Mezopotamya. Bu topraklarda kavga tarihle yaşıt. İlk kan burada döküldü. Hem de Peygamber’in çocuklarının kardeş kanı. Kabil’in, kardeşi Habil’i öldürdüğü topraklardır burası. Tarihin başladığı, ilk medeniyetlerin kurulduğu, kadim imparatorlukların coğrafyasıdır. Peygamberlerin bile kanlarının döküldüğü topraklardır. Lakin, Türk Devletleri ile birlikte, akan kanın durup, 1000 yıl boyunca huzurun, bereketin, adaletin egemen olduğu topraklardır aynı zamanda. Biz, böylesi büyük devletler ve medeniyetler kurmuş bir milletiz. Çünkü, biz yeryüzünün vicdanıydık. Biz, insanlığın akan nehrinin yatağını belirliyorduk. Mağdur ve mazlum milletlerin akan gözyaşlarını dindiriyorduk. Vahyin ışığında, adalet, merhamet ve şefkat ile insanlığın öznesiydik. Hep Habil olduk biz bu topraklarda. Kabil’lere karşı Hakk’ın yanında durarak mücadele ettik. Adem ve Şeytan arasındaki bu Hakk ve hakikat mücadelesi, Habil ve Kabil ile vücud bularak başladı ve insanlığın sonuna kadar da devam edecek. Lakin, Habil, kardeşi Kabil tarafından öldürülürken: “Vallahi, ben kazandım” diye nida etmişti. Ölürken kazanılır mı? Evet, kazanılır. Allah için Hakk yolunda iseniz, ölürken de kazanan siz olursunuz. Öyle anlar vardır ki, bir günün liderliği, bir ömre bedeldir.  İşte Ömer Halis Demir gibi ölürken kazanırsınız ve bir anlık liderliğiniz, bir asra bedel olur.

1916’da İngilizleri temsilen Skyes ve Fransızları temsilen Picot’un imzaladıkları Osmanlı’yı bölerek, Ortadoğu’yu aralarında paylaştıkları gizli antlaşma olan Skyes-Picot Antlaşması’nın 100. Yıl dönümünde, emperyal sömürü devletleri tekrar yeni yüzyıl paylaşmasını yapmak üzere kan dökerek, masa başında sömürecekleri yeni devletçikler kurma peşindeler. Ve bu şeytani planlarının önünde ise en büyük engel olarak Türkiye’yi görüyorlar. İçimizdeki hain casusluk ve terör örgütü olan, beyni yıkanmış haşhaşileri ile ele geçiremedikleri devletimizi, 15 Temmuz darbe girişimi ile ele geçirmeye çalıştılar, olmadı. Başka bir taşeronları olan PKK ile 40 yıldır başaramıyorlar. FETÖ, PKK, DHKP-C gibi örgütlerle birbiri ardına saldırırlarken, şimdi de DAEŞ ile geliyorlar. Gelmeye devam edecekler. 1. Cihan Harbi’nde, Kabil’in neslinden gelenler tüm esbab-ı cefalarıyla, şer güçleri ile geldiklerinde, dayanacak son bir gücümüz kalmıştı. 10 milyon metrekarelik vatan toprağımızdan elimizde kalan sadece 780 bin km’lik Anadolu’muz kalmıştı. Ya yok olacak ya da son kalemiz Anadolu’yu elimizde tutacaktık. Millî Ruh, kararını verdi: “Ya İstiklâl Ya Ölüm” yeminini etti. 15’lilerden oluşan gencecik fidanların kanı ile bağımsızlığına, hürriyetine kavuştu. Ama Türk’e durmak yaraşmazdı. Yeryüzünün tekrardan öznesi olmalı, vicdanı olmalı, insanlığın kanayan yaralarını sarmalı, akan gözyaşlarını silmeliydi. Ama çok yıpranmıştı, çok yorulmuştu devletimiz. İmparatorluğun küllerinden yeni bir Cumhuriyet’in kurulması, Anadolu’nun vatan olarak elimizde kalması bile Allah’ın izni ile adeta bir mucizeydi. Bir karar aldı 2000 yıllık Türk Devlet Aklı. Savaş meydanlarında yaptığımız Türk’ün askeri dehası olan Bozkurt Kapanı (Hilal taktiğini) uluslararası siyasi arenada da yapacaktık. Önce geri çekilecek, gücümüzü topladığımız an tekrar dirilecektik. Milletlerin ve devletlerin hayatındaki yüz yıl, insan ömründeki bir yıl gibidir. 100 yıl sürecekti bu geri çekilme ve toparlanma sürecimiz. Bu yüzden Devlet Aklı, bizi yok etmeye gelen, parçalayan ve vatanımızı bölen Batı denilen tek dişi kalmış canavara karşı, onlardanmış gibi gözüktü. Değerlerimizle zıt olan Batı’ya entegre oldu. Yeter ki, 100 yıl kazanıp, Anadolu’yu elde tutabilmekti tüm hedef. İşte şimdi o yüzyıl doldu. Zaman ve mekan şu an öyle bir duruma geldi ki; Musul’umuz giderse, Bekir’in Diyarı; “Diyar-ı Bekir”imiz gidecek. Halep’imiz giderse, Antep’imiz gidecek. Anadolu’nun savunması artık Suriye’de, Irak’ta başlıyor. Bu mücadeleyi kaybedersek tekrar Sevr’i önümüze koyacaklar. Ama bu zorlu çemberden milli ve yerli vatanperverlerimizle çıkarsak çok ama çok daha güçlü yeni bir yüzyıl inşa edeceğiz. Bu yüzden çıkmak zorundayız. Birlik olmalıyız. Sağcı, solcu, alevi, sünni, şu partiden bu partiden demeden beraber olmalıyız. Ayrımı ise tek bir mihenk taşında yapmalıyız. Millî olanlar ve gayrı millî olanlar. Millî olanlar arasında ayrım yapamayız. Milli ve yerli ruh, her partide, her oluşumda, her siyasi, etnik, dini yapının içinde mevcuttur. Aynı şekilde gayrı millî olan, yerli olmayan  ve tohumu şüpheli olanlar da her oluşumda mevcuttur. O halde tek kategorilendirme ölçütümüz; millî ve hain olanlar olmalıdır. Ayrı partide, ayrı inançta, ayrı oluşumda da olsa millî ve yerli ise o kişi, kendi grubumuz içine sızmış gayrı millî bir kişiden bin kat daha hayırlıdır. Bizim esas kardeşimizdir.  

Bu mücadeleyi yapacak olanlar işte bu millî ve yerli olanlardır. Rahmet yağmurlarının habercisi adeta üzerimizde dolaşan kara bulutlar... Büyük bir sancı çekiyoruz ama bu kutlu bir doğumun sancısı... Bu, 100 yıl sonra yeniden 'Dirilen' Büyük Türk Milleti'nin yeni yüzyıldaki doğuşunun, dirilişinin sancısı... Heybesinde, kınında aşk taşıyanlar, rahmet taşıyanlar, dedesinin 100 yıl önce bıraktığı emanetini omzunda bir kutsal emanet gibi taşıyanlar tekrar ‘Diriliş’i gerçekleştirecektir. Büyük ve Güçlü Türkiye’yi inşa edecektir. Bunu hep birlikte biz yapacağız. “İnanıyorsanız, üstünsünüz” diyor Rabbi’miz. İnanacağız, yeise kapılmayacağız, hüzünlenmeyeceğiz, umutsuz olanlardan olmayacağız. Hep birlikte Yeni ve Güçlü Türkiye olacağız. Üstad’ın dediği gibi: “ Bekleyin Gençler! Biraz daha rahmet yağsın… Sel yakındır”

 

 

 

Ozan Erdem

Siyaset Bilimci-Siyasal İletişim Uzmanı

                                                                                      [email protected]

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..

Son Yazılar