Çin – ABD Arasında "Güç Geçişleri"


Bir “Palabıyık Paşa” vardı. Evcilleştirdiği aslanıyla dolaştığı için, “Aslanlı Paşa” da denen meşhur Cezayirli Hasan Paşa’dan söz ediyorum: Dayı Hasan Paşadan… Osmanlıda Cezayir valisinin ünvanı, “dayı” dır. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) ABD ile Osmanlı arasında ilk temaslar başlar.

O tarihte Akdeniz’den geçen ticaret gemileri, Akdeniz’i elinde tutan Osmanlı Devleti’ne vergi öder. Kaçan gemilere el konulur. Direnen, koruma ile gelenler olursa “gerektiği şekilde muamele” kodu uygulanır. ABD bu yüzden önce birkaç gemisini kaybeder. Sonra Amerikan Kongresi, ticaret filosuna savaş gemileri nezaretinde yollar, fakat savaş gemileri batırılır.

Amerika sonunda Cezayir Dayısı Hasan Paşa ile masaya oturur. Amerikan Kongresi’nin, 07 Mart 1796’da onayladığı bu “Koruma Anlaşması”na göre, Akdeniz’deki Amerikan ticaret gemileri Osmanlı nezaretinde olacak, buna karşılık ABD;

- Osmanlı Devleti’ne bir kereye mahsus, nakden $ 642.500 “haraç” ödeyecek,

- Her yıl 12.000 Cezayir altınına denk gelen $ 21. 600 dolar da vergi verecektir... 

- Ödeme, Cezayir Dayısı’nın belirleyeceği uluslararası sularda gerçekleşecektir.

Bu kadar sözün hülasası, haraç vergi bir yana, bu anlaşmanın “Türkçe yazılmış” olmasıdır. “Besmele” ile başlamaktadır. Kongre Kütüphanesi kayıtlarına göre, ABDnin 1800 yılı bütçesinde haraç ödemeleri için $ 2 milyon ayrılmıştır ve ödenmiştir. ABD açısından buradaki üç durum dikkat çekicidir:

  1. ABD’nin mağlubiyeti kabul etmesi
  2. Anlaşmanın dilinin Türkçe olması,
  3. ABD’nin Osmanlı korumasına haraç ve vergi ödeyerek girmesi.

 

Olaya bugünkü Çin-ABD gerilimi açısından bakıldığında; vazıyeti, son 20 yılda “yumuşak güç” olarak gelişen Çin’in, aşırı büyümesinin sonuçları olarak görmek gerekmektedir. Doğu ve Güney Çin Denizi’ndeki hamleleri de bu büyümenin ve artan özgüvenin doğal sonucudur.   Çin’in bu büyümesi bunca büyük bir nüfusu yönetmesi, ticaret ve refahı dengelemesi açısından da önemlidir. Ancak  Asya-Pasifik yükselişi, dünya ekonomi ve siyasetinde ağırlığının artışını getirmiştir. “Büyük oyuncunun”  kuralları zorlaması kaçınılmazdır. Meydan okuyan ve statü-quo barışçıl düzenleme yapamazsa çatışma/savaş kaçınılmaz olur.

Aynı Thucydides’in aktardığı,  M.Ö. 5. yy’de Atina ile Sparta arasında 27 yıl süren Peleponnes Savaşındaki gibi bir durum söz konusudur: Atina iktidarı, Sparta’lılar tarafından yaratılan korkulara yenik dümüş ve savaş kaçınılmaz olmuştur.

Şimdi de Avrasya bölgesinde oyun kurucular sahadaki yerini almıştır. Atlantik cephesi ise hala olayın farkında olmasa da sorunu “güç kullanarak” çözebileceği inancındadır.

ABD’den AB’ye bilhassa Almanya, Türkiye ilişkilerini germe eğilimindedir.

24 Haziran seçimleri sonrası Türkiye’ye yönelik, Çin ve Japonya hükümetlerinin titizce seçilmiş kutlama mesajları, bölgede yarının işbirliği açısından dikkat çekicidir.

Türkiye’nin Ortadoğu bölgesi ve uluslararası toplumda üstlenmiş olduğu rol, diğer ülkeler için “güçlü ve kararlı müttefik” vurgusunu içermektedir. Dolayısıyla Türkiye ile güçlerini birleştirerek, bölge ve dünya barışına birlikte katkıda bulunma arzusu açıktır.
Atlantik’ten Pasifik’e karşılıklı yollanan mesajların ana teması “bizi göz ardı etme” biçimindedir.