Türkiye'nin Doğu Akdeniz diplomasisi

Türkiye'nin 15 Temmuz darbe girişiminden bu yana dış politika konseptindeki stratejik değişiklikle, bir çeşit gambot diplomasisi diye de adlandırılabilecek bir politika biçimiyle faaliyetlerini yürüten karma stratejiyi benimsediğini söylemek mümkün.

Jeopolitik gerçeklikler birbirleriyle bağlantılıdır ve tarih üstü nitelikleriyle bir gün karşınıza dikilirler. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yüzleştiği fiili gerçeklik de bu kanunun teyidi olarak beliren bir durum. Öyle ki ne Ege ne Doğu Akdeniz öncelikle hukuki değil siyasi sorunlardır ve bu, tek başına -en önemli parametrelerden biri olmakla birlikte- bir enerji paylaşım meselesinden öte, daha geniş bir güç mücadelesidir. Birinci Dünya Savaşı sonrası koşullarının bizi kendisine bağladığı tarihsel bağlamın Sevr ve Lozan üzerinden yansımasıyla, 1960 ve 70’lerin çözülemeyen başat diplomatik meselesi Kıbrıs’ın jeopolitiğe dönük sonuçlarını içeren geniş bir hikâyeyi bugüne taşıyan bir sorundan bahsediyoruz. Bu bakımdan öncelikle bunun altını çizmekte yarar var; zira tarih, güncellenmiş haliyle ve biriktirdikleriyle yeniden masada.

1947 Paris Anlaşması ile Yunanistan’a verilen on iki adanın jeopolitik anlamı, 2000’lerin ilk yılları itibarıyla Yunanistan, İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında, Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama ve sondaj çalışmaları çerçevesinde yapılan işbirliği anlaşmalarıyla reel bir karşılığa evrildi. Türkiye’yi ve diğer Akdeniz ülkelerini dışarıda tutan söz konusu adımlar bütünü, temelde deniz yetki alanları ve kıta sahanlığı ekseninde yürüyen tartışmalardı ve tamamı, hukuki zeminden çok, de facto inşa edilmiş tek taraflı ve keyfi jeopolitik yorumlar üzerinden geliştirilen argümanlara dayanıyordu. Nitekim Yunanistan’ın bugün temel tezinin yine aynı argümantasyona dayanması da karşımıza çıkan sorunun hukuki değil siyasi nitelikli oluşuyla ilgilidir.

1947 Paris Anlaşması ile Yunanistan’a verilen on iki adanın jeopolitik anlamı, 2000’lerin ilk yılları itibarıyla Yunanistan, İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) arasında, Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama ve sondaj çalışmaları çerçevesinde yapılan işbirliği anlaşmalarıyla reel bir karşılığa evrildi. Türkiye’yi ve diğer Akdeniz ülkelerini dışarıda tutan söz konusu adımlar bütünü, temelde deniz yetki alanları ve kıta sahanlığı ekseninde yürüyen tartışmalardı ve tamamı, hukuki zeminden çok, de facto inşa edilmiş tek taraflı ve keyfi jeopolitik yorumlar üzerinden geliştirilen argümanlara dayanıyordu. Nitekim Yunanistan’ın bugün temel tezinin yine aynı argümantasyona dayanması da karşımıza çıkan sorunun hukuki değil siyasi nitelikli oluşuyla ilgilidir.