Toksin ve asit yükü olmayan beslenme

Gelişen teknoloji ile beraber sağlıklı yaşam kavramı giderek önem kazanmaya devam ediyor. Her şeyin doğal ve katkısız yani çeşitli yöntemlerle veya dolaylı etkileşimlerle yapısı değiştirilmemiş olanını arıyoruz. En başta yediğimiz gıdaların , suyun , denizlerin, havanın hatta kıyafetlerimizin bile …

TOKSİNLER Mİ ?

Çağımızın bize sunduğu imkanlar artmasına artıyor ama bizlere birçok yükü de beraberinde getiriyor. Kilo yükü, gereksiz bilgi ve düşünce yükü , toksin yükü vs…Toksin yükü yediğimiz gıdalar ve soluduğu muz hava ile içtiğimiz suyla ilgili. Özellikle yanlış yediğimiz gıdalar bizleri çöp torbası haline getiriyor. Hele de miktarları ayarlayamazsanız kiloyu da eklerseniz  sağlıksız vücuda sahipsiniz demektir. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi sağlıksız karbonhidrat  tüketimi artmışsa, özellikle yapay toksik bir şeker olan früktoz ,karaciğer yağlanması ve kilo ile farklı hastalıkları beraberinde getiriyor. Pastalar, bisküviler, gofretler, şekerlemeler, meyve suları ve daha birçok ürün früktoz (mısır şurubu) kaynıyor. Genetiği değiştirilmiş buğday kavramı ile ortaya çıkan glüten ve glüten  içeren gıdalarda bir başka toksin kaynağı olarak önümüze çıkıyor. Buna en çok bağırsaklarımız ve hazım sistemimiz tepki veriyor. Bu bir bağışıklık sorunu haline geliyor iştah kontrol sistemimiz ve metabolik ayarlarımız bozuluyor. 

Ağır metal toksititesi bir başka risk olarak karşımıza çıkıyor. Pek çok besinin içinde maalesef ağır metal var. Deniz ürünlerinde civa, kadmiyum, kurşun sularda arsenik artıyor ve bizler bu maddeleri uzun dönemde vücutta depoluyoruz. Vücudun enerji odakları olan mitokondrileri zehirliyoruz .Ya gıdalarda kullanılan kimyasal atıklar,hormonlar ve ilaçlar…Bunların çoğunun kanser oluşumunda, kilolu olmamızda , bağışıklık ve sinir sistemi hastalıklarının artmasında önemli rolleri olduğu artık ispatlanmış durumda.

Ekolojik sistemin bizlere sunduğu en faydalı hediyelerden birisi olan probiyotik  besinlerin  (yoğurt,  peynir, ayran, boza, tarhana, turşu, şalgam) tüketimi  gittikçe azalmakta buna karşılık antibiyotik kullanımı artmaktadır. Bunun sonucu olarak bağırsak normal yapısını kaybederek toksin üretir hale gelmektedir. Hem probiyotik güç azalmasının, hem de kötü bakteri hakimiyeti ve bunların ürettiği endotoksinlerinde kilo salgınında payı olduğunu gösteren yüzlerce çalışma vardır. Ayrıca toksin yükümüz artınca yorgun, bitkin, halsiz düşüyoruz. Uyku düzenimiz  bozuluyor depresif bir yapı oluşuyor. Kaslarımızda ağrılar,kramplar gelişiyor, saç, tırnak,cilt sorunları baş gösteriyor  Bununla birlikte asit yükümüz  artmaktadır. Eskisinden daha çok işlenmiş karbonhidrat ve transyağ yüklü besin ile daha fazla protein tüketiyoruz. Bu öncelikle vücuda  daha az potasyum, kalsiyum,magnezyum daha fazla sodyum, fosfor, klor, kükürt almak demek. Böbrek taşlarıyla insülin direnci, metabolik sendrom ve şeker hastalığı, kemik erimesi, hipertansiyon ya da  kanserlerle daha sık karşılaşır olmamızın en önemli sebeplerinden birisi sanırım bu asit yükü.

SAĞLIK İÇİN

Çevresel etkenlerle ve teknolojik gelişme ile beraber toksin yükümüz günden güne artıyor. Çevre ve su kirliliği, plastik şişelerden aldığımız bisfenol, hava kirliliği, sigara, çok yoğun alınan alkol, deterjanlar, böcek öldürücüler, sebze ve meyve yetiştirmede kullanılan hormonlar, antibiyotikli yemler bizlerin çabaları ile hayatımızdan ne kadar uzaklaştırılabilir bilemiyorum ama şunu unutmayalım, sağlıklı bir vücut için sebze ve meyveleri, kuru baklagilleri daha fazla tüketip vücut hareketimizi , günlük aktivitelerimizi arttırmalıyız.   

Sağlıklı bereketli bir hafta diliyorum.