Tercihler

İnsan ömründen neler gider ve insanoğlu bilmez bu gidişi. Yosun tutmuş bir taşın traşlanması gibi hayattan aldığımız tüm dert ve kederlerin bir gün yok olup gitmesindeki sırda saklıdır hüzünler. Gözyaşları ve birbiri ardına sıralanan heceler. Heceler ki geceler boyu bir ok misali saplanıp kalır göğsüne. Yüreğine. Ya o yürek olmasa. İşte bazen insan öyle yüreklidir ki, ne diz çöker ne de boyun eğer yaşadıkları karşısında. Karşısında diyorum çünkü hep karşıdır hayat ona. O beyaz zanneder oysa siyahtır. O güzellik farzeder meğer çirkinliktir. Yine de umuttur ya sabreder. Ne için? Hayatına açtığı yeni bir sayfa için. Umuttur onun adı. Özgürlük zanneder ki, bir anda tüm özgürlüğü gitmiş elinden. Sahi elinden diyorum ya. Herşey insanın kendi elinde değil mi? Evet evet tabi ki kendi elinde. Hani o EVET derken de kendi elinde,kendi dilinde. HAYIR derken de. Neticede insan seçimleri ile karakterini ve duruşunu sergiler. Ya da ömür boyu sergileyemez. Seçimlerde ya kazanırsın ya kaybedersin. Ama neticede her seçim bir vazgeçiş ve bir başka yola koyuluştur. Ezber bozmaya alışık değiliz ama hayat bize bazen ezber bozdurabilir. Bu da hayatın bize sunduğundan ziyade bizim hayattaki seçimlerimizle alakalıdır.

Şimdi kaç kişi bir sevda türküsü söyleyip de yola koyulabiliyor? Kaç sevdadan yara almadan kurtulabilir? Sahi insan sevdadan kurtulur mu? Yarası mı vardır sevdanın, yoksa yaraladığı mı?Demek ki bir kaçış halidir bazen o sevda. İşte bizim o tercihlerimiz de bazen toplum olarak bir kaçış halini sunar bize. Ve en kötüsü de geriye dönülmez bir yola sokar.

Sen sen ol hayatta türküsünü dinlemediğin insanın varlığından şüphe et ve hayatın seni savurmasını değil de senin hayattan dersler çıkartarak ilerlemen gerektiğini bil. İşte tıpkı kentlerin ruhu gibidir insanın varlığı da. Kendini ait hissetmekle alakalı bir serüvendir. Ait olmadığın bir kentte büyümek gibi,memur çocuğunun tayin telaşı gibi,sevdaların da yok olup gitmesi gibi,kentler de ardında bırakır insanları. Ya da kendine ait kılar. Hani Nazım’ın dediği gibi ‘Bu şehir güzelse senin yüzünden’mısralarında olduğu gibi insan da bazen sevdikleri için kendini o kente ait hisseder ve soluduğu havayı kendine ait hisseder. Oysa o kentte doğmamıştır bile. Oysa o kentte kendinden bir parça yoktur bile. Ama arar ve bulur. Kendinden bir parça bulur o kentte. Sevdadır o. Parçalanmış düşlerin, sonsuz güzelliklerin ardı sıra sevdasını yani parçasını bulduğu o kente gelir ve geleceğini orda bulur bazen insan. Yani hayat hep bir yolculuklar ya. Kentler arasında,sevdalar arasında,tercihler arasında bir yolculuktur ve o seçiş de bizi geri dönülmez yollara sokar. Hayatın zaten tekrarı yoktur ki. Hayat bizi aslında verdiğimiz tercihler ile geri dönülmez bir yola sokar.  Kısacası evet ve hayır arasındaki o keskin çizgide buluşturur. Keskin ve yakıcı.Kanatan bir çizgidir bu. Hayat insana sunulurken, insan onu kendi elleri ile ya bir girdaba sokup yok olmasına göz yumar ya da yeşertip yarınlara umut sunar.

Tercihlerimiz bir anlamda vazgeçişlerimiz ve pişmanlıklarımızın bütünüdür. İrademiz ise bize yol gösteren yegane enstrümandır.

Tercihlerinizin sizi yeşertip yarınlara mermi değil, çiçek savurması ümidiyle…