Prof. Dr. İbrahim Attila Acar yazdı "2019 Türkiye'si"

Türkiye Cumhuriyeti devleti hakikaten ne kadar genç bir devletmiş. Daha dün gibi  Boğaz Harbi, Çanakkale Savaşları…  I. Cihan Harbi biter bitmez, bitmeyen bir iştahla şu imparatorluk bakiyesi küçücük bir karaya saldırışlar dün gibi. Doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine adeta ' aya göç var da kalan biz miyiz?'  dercesine işgalden pay almada yarışanlar… Kurtuluş Savaşı… Bir milletin son bir azimle gayrete geldiği günler...  100 yıl bile olmamış…

 

 

2019 başlarken cephe savaşlarının, siyasi ve ekonomik savaşlara dönüştüğü artık kimsenin yadırgamadığı bir durum olarak görülmektedir.  Herkesin malumudur ki “barış bile düşük yoğunluklu, uzun dönemli çatışmalarla” devam etmektedir. Çok bilinen bir örnektir: Ahırdaki ineğin ve koyunun,  kimileri sadece sütünü sağıp gitmek ister kimileri de kesip etini götürmeyi arzu eder. Ekonomideki uzun dönemlerin kavgası da budur.

IMF, 2019 için dünyanın  ortalama %3,7,  yükselen piyasaların da  %4,7 büyüyeceğini açıkladı. Türkiye’nin payına da % 0,4 düştü; Yüzde yarım bile değil…  Moody’s  zaten Türkiye için uzun zamandır bir daralma beklentisini sürdürüyor.  2019 Türkiye büyüme beklentisi yok: %2 daralma öngörüyor.  Rakamlar mutlaka revize edilir, beklentiler değişir, fiili durum sene sonunda görülür. Ancak yıla başlarken çizilen bu tablo pek iç açıcı değil.

Türkiye 2019 yılında yerel yönetimler seçimlerini yapacak. Seçimler ekonomiyi hareketlendiren dönemlerdir.  Yerel seçim olması sebebiyle  iktidar ve muhalefetin bütün kaynaklarını seferber edeceği bir dönem yaşanacaktır.  Bu nedenle 2019 yılının ilk çeyreği hareketli bir dönem olacağı için daralma görülmeyebilir. Hatta bu ivmenin etkisi ikinci çeyreği dahi sürükleyebilir.

2019 yılı bu itibarla “yarısı bahar yarısı kış” geçebilir. Bütün bu gelişmeleri etkileyecek elbette reel sektör davranışları olacaktır. Sahada esnaf, tüccar, sanayici var.  Onların morali yüksek olur, Güven düzeyleri yüksek olursa beklentiler, beklenmeyen olumlu sonuçlara dönebilir.  Şunu tekrar ifade etmekte fayda var:  üretici ve tüketici güveni, beklentileri ve büyümeyi tetikler. Kara tabloların bu yüzden  uyarıcı olması önemlidir.  Yatırım yapmayı erteleyen bir sektör, parasını yurt dışına kaçıran sermaye sahipleri elbette  moral bozucudur. Ancak onları da ülke içinde tutacak yatırım yapacak hale getirecek  “yatırım iklimi” güven ortamı daha önemlidir.

Güven konusuna zaman zaman dikkat çekiyoruz.  Güveni kırmadan ekonominin kendi rutinini yakalamasının öneminden söz ediyoruz. Burada bizim ne söylediğimizden ziyade ekonomideki aktörlerin ne algıladığı önemlidir.  Bırakın yabancıyı yer li yatırım yapmıyor. Yabancı sermaye iki senedir “yalan oldu.” Ülkeden sermaye çıkışlarını konuşur olduk. Üretim olmayınca istihdam daralıyor, işsizlik artıyor.  Haliyle dış borç riskleri artıyor. Dünyanın en pahalı sermaye kullanan ülkeleri arasına girdik. Bunda ülke için “yandı, bitti; bugün yarın kriz” hatta güneşin doğuşunu bekler gibi “kriz tellalları” da o anı bekliyor…

Sonuçta başkalarını suçlamak değil maksat. Ancak üretimi sanayici yapsa da yatırımı devlet teşvik etse de kalkınma, bir zihniyet sorunudur. Refah artması, ülkenin zenginliği, bireylerin zenginliği her biri farklıdır.  Gelir artması, tasarruflar, yatırımların üretime dönüşmesi yerli malı kullanmak herbirisi ekonomi için birer girdidir. Çıktıları biraz da bu gözle bakmalı.

Hasılı kelam, Ekonomide yaşadıklarımız bir anda ortaya çıkmıyor.  Damı, güneşli havada aktarmak gerek. Kırık kiremitleri iyi havalarda değiştirmek gerek ki yağmurlar geldiğinde içerisi batmasın.