ABD'nin Kuzey Akım 2'yi engelleme planı

ABD'nin Kuzey Akım 2 projesinin iptali için öne sürdüğü gerekçelerin en başında, Ukrayna'nın ekonomik ve stratejik güvenliğinin tehdit edilmesi geliyor.

Geçtiğimiz günlerde, Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda’nın ABD’yi ziyareti sırasında, ABD Başkanı Trump, Rusya ve Almanya arasında halen yapımı devam eden Kuzey Akım 2 doğalgaz hattını kastederek, “Bu durum, üzerinde düşündüğümüz ve dikkatle gözden geçirdiğimiz bir durumdur. Biz Almanya’yı Rusya’dan koruyoruz. Ama Rusya, Almanya’dan milyarlarca dolar para alıyor” diyerek Kuzey Akım 2 hattına yönelik yaptırımların sinyalini verdi. Trump’ın, Almanya’ya yönelik doğrudan olmasa bile dolaylı yaptırımların sinyalini verdiği konuşmasında, projenin devam edip etmemesinin Almanya’nın takdirinde olduğunu, ancak Almanya’nın bu proje ile “Rusya’nın esiri” olacağını ve büyük bir hata yaptığını vurguladı.

ABD Başkanı açıklamasında Almanya’yı anmakla birlikte, yaptırımların kime yönelik olacağını belirtmedi. Ancak, geçtiğimiz haftalarda iki senatör, Ted Cruz ve Jeanne Shaheen tarafından ABD senatosuna getirilen ve partiler üstü tartışmaya açılan yasa tasarısında, yaptırımların doğrudan hiçbir ülkeyi hedef almadığı, tasarının hedefinde sadece Kuzey Akım 2 hattı ve hattın geçtiği doğu denizinde bu hattın borularını döşeyen gemilerin ve hattın malzeme tedarikçilerinin olduğu ortaya konuyor.

Kuzey Akımı 2 ABD Senatosunun hedefinde

Trump’ın üstü kapalı olarak ifade etmeye çalıştığı yaptırımlar esas itibarıyla Rusya ve Avrupa arasındaki enerji iş birliğine ve Avrupa’nın enerji güvenliğine yönelik yaptırımlardır. Obama döneminde, Ukrayna meselesi ve Rusya’nın Kırım’ı ilhakından dolayı Rusya’ya yönelik hayata geçirilen doğrudan ve dolaylı yaptırımların akim kalması ve beklenen etkiyi göstermemesi, ABD’yi yaptırımlar konusunda etkin ve kalıcı tedbirler almaya itmişti.

ABD senatosunun 2017 yılında, partiler üstü alınan çoğunluk kararlarıyla, Rusya’ya yönelik mevcut yaptırımlar genişletildi. Özellikle, Trump’ın istemediği halde ABD senatosunda hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin oylarıyla çıkarılan “Yaptırımlarla Amerika’nın Düşmanlarına Karşı Koyma” (Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act of 2017-CAATSA) yasası, Rusya’ya yaptırımlarda göreceli bir ağırlaştırmayı hedefliyor. Bu yasa ile Rusya’nın enerji alanında yapacağı ihracatla ilgili olarak, bilhassa doğalgaz boru hatlarının inşası ve bu hatların bakım, modernizasyon ve tamirine yönelik, doğrudan ve dolaylı yaptırımlar getirilmeye çalışıldı. Yaptırımların hedefinde, Rusya’nın doğalgaz ihraç ettiği mevcut boru hatları olmakla birlikte, yaptırımlarla asıl engellenmeye çalışılan, Kuzey Akım 2 hattının inşasıdır. ABD Dışişleri Bakanlığı bu maksadını gizlemeyerek, Ekim 2017’de yaptığı açıklamayla 2 Ağustos 2017 tarihinden önce programa alınan yatırımların ve inşasına başlanan yatırımların buna dahil olmadığını açıkladı.

Rosneft-Exxon Mobil ortaklığı

ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarında ilginç bir detay ise Rosneft ile Exxon Mobil ortaklığında yatıyor. Tüm dünyaya tek başına yaptığı yatırımlar konusunda tehditler savuran ABD’nin en büyük petrol şirketi olan Exxon Mobil’in, Rus devlet şirketi Rosneft ile 2011’de başlayan ve 3,2 milyar dolarlık bir ortak girişim (joint venture) anlaşmasına dayanan ortaklığı, göze batan önemli bir detay. Rusya’da devletleştirilen ve “silovikiler” (polisler ve ulusal güvenlik teşkilatı üyeleri) tarafından kontrol edilen enerji şirketi Yukos’u bünyesine katarak hızlı bir şekilde büyüyen Rosneft, dünya enerji piyasasına açılmak maksadıyla Exxon Mobil ile anlaşma yapmıştı.

Bir yandan ABD yönetiminin Rusya’ya yönelik yaptırımları CAATSA ile ağırlaştırılırken, diğer yandan Exxon Mobil-Rosneft ortaklığı göze batmaya başlayınca, Exxon Mobil geçtiğimiz yıl mart başında yaptığı bir açıklamayla Rusya’daki tüm petrol ve gaz arama faaliyetlerini durdurduğunu duyurmak zorunda kalmıştı. Bu açıklamalara rağmen, Exxon Mobil, Rosneft ile ortaklığını sürdürerek Rusya’daki doğalgaz çıkarma faaliyetlerine devam ediyor. Yaptırımlara rağmen Rusya’daki faaliyetlerini sürdüren Exxon Mobil, Okhotsk denizinde bulunan Şahalin 1 bölgesinde doğalgaz çıkarmaya devam etmekte, Rosneft ile doğalgaz ve petrol arama, çıkarma faaliyetleriyle sıvı gaz üretim faaliyetleri ortaklığını Mozambik gibi değişik ülkelere kaydırmaktadır.

Geçtiğimiz yılın sonunda İngiliz haber ajansı Reuters kaynaklarına göre, Exxon Mobil-Rosneft ortaklığı Rusya’ya yönelik yaptırım kararlarına rağmen iş birliğini geliştirme gayreti içerisinde oldukları ifade edilmiştir. Hedeflenen yeni yatırım ortaklığında, Hintli ve Japon enerji şirketleri ortaklığında Rosneft ve Exxon Mobil, Şahalin 1 bölgesinde üretilen doğalgazı sıvı gaza (LNG) çevirecek bir tesis kurmayı hedefliyor. Özellikle Çin ve Güney Doğu Asya bölgesinde LNG’ye yönelik talebin artması ve LNG alanındaki faaliyetlerin Rusya’ya yönelik yaptırımların dışında olması, bu iş birliğinin devamına imkan tanımıyor. Yaptırımlara rağmen bu iş birliği dünyanın gözünden kaçmıyor.

Aynı şekilde ABD’nin doğalgaz alanında yaptığı çalışmalarla, ülkesinde tükettiğinden fazla doğalgaz üretmesi, ABD’yi bir anda doğalgaz ihraç eden ülke konumuna getirdi. ABD’nin bu doğalgazı satabilmesinin tek yolu ise, LNG üretim ve dönüşüm tesisleri kurmak olarak görünmektedir. Esas itibarıyla zaten zorlu bir yatırım alanı olan enerji sektöründe, bir de teknik olarak LNG dönüşüm fabrikaları kurmak, orta vadeli bir yatırım planını, hayli geniş çaplı bir hazırlığı ve farklı firmaların teknik iş birliğini gerektiriyor.

Anahtar isim eski Şansölye Schröder

AB içerisinde öteden beri tartışılan konulardan biri enerji, fakat bilhassa doğalgaz alanında Avrupa’nın gittikçe Rusya’ya bağımlı bir hale geliyor olması. ABD’nin iddiası da bu yönde. Ancak, bu bağımlılık bir anda oluşan bir durum değil. AB ekonomik bölge sınırları içerisinde, İngiliz BP, Hollandalı Shell ve Norveç’in Statoil firmaları tarafından işletilen doğalgaz alanlarındaki üretimde yaşanan gerilemeler, Avrupa’nın artan enerji ihtiyacıyla birleşince, bu durum AB’yi arayışa itti. Eski Almanya Başbakanı Schröder zamanında, Almanya il Rusya arasında imzalanan sözleşmeler, Avrupa enerji güvenliği açısından Almanya’yı önemli bir ülke konumuna getirirken, yeni planlanan hatlarla, bir kısmı AB üyesi olan Doğu Avrupa ülkelerini, bir anda Avrupa’nın jeostratejik denklemlerinin dışına itti. Schröder, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra Rusya Devlet Başkanı Putin ile olan yakınlığı sebebiyle, Rus devlet şirketi Gazprom’da aldığı üst düzey görevlerle bir anda Avrupa enerji piyasasında anahtar bir kişi rolüne büründü.

Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu çok uluslu bir proje olan Nabucco’nun iptal edilerek, doğrudan Rusya’dan Almanya’ya doğalgaz taşıyacak olan yıllık 55 milyar metreküp kapasiteli Kuzey Akım projesini hayata geçiren Schröder, sadece bu hattı işleten Nord Stream AG’de değil, Rus şirketi Gazprom’da da üst düzey görevler alarak Gazprom’un Almanya ve Avrupa için önemli bir şirket olmasını sağladı. Diğer devlet şirketi Rosneft’ten daha hızlı bir şekilde büyüyen Gazprom, hem doğalgaz üretimi hem de taşınması açısından bugün Rusya’da büyük bir monopol halini aldı. Avrupa’da ise enerji piyasasına, onu derinden etkileyecek şekilde hakim durumda.

Gazprom’un Rusya’da ve Avrupa’da yakaladığı başarıdan etkilenmiş olacak ki Rusya Devlet Başkanı Putin, Kuzey Akım 2 görüşmeleri sürerken ve projenin hayata geçirilip geçirilmeyeceği tartışılırken, yakın arkadaşı eski Almanya başbakanına yeni bir görev daha vererek, diğer devlet şirketi olan Rosneft’in de denetim kurulu başkanlığına getirdi. Yetmiş beş yaşındaki eski başbakanın bu alandaki etkisi, Kuzey Akım 2 projesinde de kendini gösterdi, bu yıl başında AB üyelerinin çoğu ikna edilerek, Fransa ve Almanya’nın bastırmasıyla, Rus doğalgazını doğrudan Almanya’ya aktaracak yine 55 milyar metreküp yıllık kapasiteli Kuzey Akım 2 hattının inşasına başlandı.

Kuzey Akım 2’ye en başta ABD karşı

Daha önce her fırsatta Kuzey Akım 2’ye karşı olduğunu dile getiren ABD yönetimi, bu yıl başında görüşmelerin yeniden canlanması üzerine, Berlin ve Kopenhag büyükelçileri aracılığıyla projenin hayata geçirilmemesi için kulis yapmış ve ABD’nin bu projeyi açıkça istemediğini ve engelleyeceği tehdidinde bulunmuştu. Bilhassa ABD’nin Berlin Büyükelçisi Grenell, adeta bir müstemleke valisi edasıyla, projede yer alacak Alman firmalarına gönderdiği görünüşte yılbaşı mesajı içeren mektuplarla, Gazprom tarafından hayata geçirilecek olan Kuzey Akım 2 projesinde yer almaları halinde büyük yaptırımlarla karşılaşacakları tehdidinde bulunmuştu.

ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in, Kuzey Akım 2 ile ilgili olarak Almanya’yı hedefe koyması ve bu konudaki Münih Güvenlik Konferansı’nda söylediği sözler ise halen hafızalarda. ABD Başkan Yardımcısı, bu yıl başında düzenlenen konferansta Almanya’yı kastederek, “Eğer bizim Batılı müttefiklerimiz, kendilerini Doğu’ya bağımlı hale getirirlerse, Batı’nın savunmasını garanti edemeyiz” diyerek açıkça Almanya’yı ve Avrupa’yı Kuzey Akım 2 üzerinden tehdit etmişti. Başkan Yardımcısı Pence, NATO bünyesindeki üyelerden, Kuzey Akım 2 projesine karşı ortak bir şekilde karşı çıkmalarını da istemişti.

İlginç olan, projenin AB içerisinden taraftarları olduğu gibi, karşıtlarının da olması. Bu projenin karşıtları ülkeler bazında değil, AB Parlamentosu’nda temsil edilen gruplar bazında kendini gösteriyor. Son yapılan AB seçimlerinde, Avrupa Halkçı Partiler (EVP) listesinden liste başı olarak seçilen, EVP Grup Başkanı Hristiyan Demokrat Alman Manfred Weber’in, seçim kampanyası boyunca, her ne pahasına olursa olsun, Kuzey Akım 2 projesinin gerçekleşmesini engelleyeceğini ifade etmesi hayli dikkat çekici. Bu açıdan bakıldığında, projenin Almanya açısından milli bir meseleden çok, sermaye gruplarının baskısıyla kabul edilmiş bir proje olduğu izlenimi güçleniyor. Başbakan Merkel’in de her fırsatta Ukrayna’nın transit ülke olarak kalması gerektiğini söylemesi ve Kuzey Akım 2’nin, enerji sektöründeki rekabeti sağlayıcı bir altyapıyla hayata geçirilmesi gerektiğini ifade etmesi ayrıca dikkat çekici bir durum olarak karşımıza çıkıyor.

Kilit ülkeler Ukrayna ve Polonya

ABD’nin Kuzey Akım 2 projesinin iptali için öne sürdüğü gerekçelerin en başında, Ukrayna’nın ekonomik ve stratejik güvenliğinin tehdit edilmesi geliyor. Rusya en geç 2020’de, doğalgazda transit ülke olan Ukrayna’yı devre dışı bırakma hesapları yapıyor. Bu durum ise Romanya, Ukrayna ve Polonya üzerinden savunma hattını Rusya’nın sınırlarına kadar kuran ABD’nin işine gelmiyor. Polonya cumhurbaşkanının son ABD ziyaretinde, Almanya’da konuşlu iki bin askerin Polonya’ya kaydırılacağını da ifade eden Trump’ın, Polonya ve Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı hattı sağlam tutma gayreti içerisinde olduğu görülüyor.

Diğer taraftan, ABD’nin AB’yi ve Almanya’yı Rusya’nın esiri olmakla suçlaması AB’yi doğalgaz alanında enerji güvenliği açısından farklı arayışların içerisine girmeye zorluyor. Bu durumda, ABD kaynaklarından alınacak LNG ve Türkiye’nin de önemli bir konumda olduğu Güney Gaz Koridoru, AB için önemli hale geliyor.

CAATSA işe yaramıyor

Rusya’nın enerji alanındaki faaliyetlerini durdurmak için doğrudan ve dolaylı yaptırımlarda CAATSA’yı kullanan ABD’nin bu çabaları iki açıdan istenilen etkiyi sağlayamıyor:

İlki, ABD’nin, Rusya’ya yönelik yaptırım kararlarında, bu kararların AB’ye doğrudan etkisi olması durumunda Brüksel'in onayını almak zorunda olması. AB’nin ise Rusya’ya yaptırımlar konusunda ortak hareket etmemesinin, ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarını orta ve uzun vade de etkisiz kılıyor olması.

İkincisi ise, NATO içerisinde olası bir askeri müdahale ya da tek başına bir askeri harekat durumunda, ABD’nin AB’den istediği desteği alamayacak olduğu endişesi. Daha doğrusu, ABD ve AB’nin karşılıklı olarak birbirlerine güvensizliklerinin, ABD’nin Rusya’ya karşı tek başına daha etkin kararlar almaya zorluyor olması.

En başa dönecek olursak, ABD Başkanı Trump’ın tehditlerinde yatan yaptırımlar sadece doğrudan Kuzey Akım 2’ye destek veren ülkelere değil, dolaylı yaptırım şeklinde, Kuzey Akım 2 projesini inşa eden, teknik destek ve malzeme sağlayan firmalara da yönelik olacak. Senatoda tasarı olarak üzerinde çalışılan ve partiler üstü olarak hayata geçirilmeye çalışılan yeni yaptırım paketi, tam da ABD’nin etkisiz kaldığı alanda kendini gösterecek. Yasanın ve dolayısıyla yaptırımların yürürlüğe girmesi halinde, Kuzey Akım 2 hattının inşasında, deniz altında boru hattını döşeme işinde çalışan gemilerin bağlı olduğu şirketler, ABD ile ilişkilerini bozmama uğruna boru hattının inşasından büyük ihtimalle çekilecektir. Bu durumda Kuzey Akım 2 projesi duracaktır. Rusya’nın elinde de doğu denizindeki derinliklerde boru hattını döşeyebilecek teknik kapasiteye sahip gemiler mevcut değil.

Kuzey Akım 2 hattının inşaatının durması -gecikmesi değil- başta Almanya olmak üzere, doğalgaz ve enerji ihtiyacının dörtte üçünden fazlasını ithalatla karşılayan AB ve Almanya’yı yeni arayışlara itecektir. Halihazırda, ABD tarafından Polonya’ya satılan LNG’nin kapasitesinin artırılması çalışmaları sürüyor. İki yıldan beri AB, Almanya ve ABD arasında LNG fiyat pazarlıkları sürdürülmekte. Almanya’da da LNG için boşaltım ve dönüşüm istasyonu konusunda konum belirleme çalışmaları yürütülüyor. Bu durum, dünyada geniş bir LNG dönüşüm fabrikası ve istasyon ağı kurmaya çalışan Amerikan enerji devi Exxon’un da işine yarayacak.

Aynı şekilde Ukrayna’yı gaz koridoru olarak kullanmak istemeyen Rusya ise Kuzey Akım 2 projesinin yaptırımlar sebebiyle tamamen durması halinde, 2019 yılı sonunda bitecek olan transit sözleşmeleri yenileme ve Ukrayna ile yeniden masaya oturma opsiyonunu gündeme alacaktır. Bu durumda, Ukrayna, arkasına AB’deki Kuzey Akım 2 karşıtlarını ve ABD’yi alarak güçlü bir şekilde masaya oturacaktır. Rusya’nın bu durumda pazarlık gücü ve dolayısıyla hakimiyet gücü de zayıflayacaktır. ABD’nin kontrolünde olan Polonya’nın, Ukrayna’nın doğalgazda transit olarak devreye girmesi AB’yi ve Almanya’yı rahatsız edecektir.

ABD’nin Kuzey Akım 2 projesini yaptırımlarla engellemeye çalışması, bu projeyi öteden beri bir prestij projesi olarak gören ve üç firması projeye dahil olan Almanya ve Fransa tarafından protestolarla karşılanacak. Özellikle Berlin’den -projenin engellenmesi halinde- ABD’ye karşı protesto seslerinin yükselmesi beklenen bir durum. Avrupa enerji güvenliğinin tehdit altında olmasıyla, Almanya ve Fransa yanlarına başka destekçileri de çekebilecektir. Başta Almanya olmak üzere, ABD-Avrupa ilişkilerinin kalıcı bir şekilde zarara uğraması kaçınılmazdır.