MEMLEKET MESELESİ 

-İnstagramdan ekledi, hikayeme de bakıyor, her fotoğrafıma beğeni de yapıyor, hissediyorum o da boş değil! 


MEMLEKET MESELESİ 

 

-Bilemem boş mu değil mi? Ama bunun senin yüklediğin anlam olduğu, görmek istediğini gördüğün kesin. İttihat ve Terakki’nın ihtiraslı ve hırslı yöneticisi Enver Paşa’nın sol kaşında birkaç beyaz kıl var. O birkaç beyaz kıl nelere kadir gelin hepbirlikte bakalım. Tam 100 sene önce bugünler Birinci Dünya Savaşı’ndan çıkmışız memleket ateşten gömlek “Allah’ına yan bakıyor” Halbuki o birkaç beyaz kıl İttihat ve Terakki’nin karizmatik lideri Enver Paşa’yı “Cihan’ı Humayun” yani Dünya lideri yapacaktı. (Rahmetli fazla mistik bakardı dünyaya) Aslına bakılırsa Birinci Dünya Savaşı Enver’e Dünya lideri olması için gönderilmiş bir şans olabilirdi diye düşündü hep. Beyaz kılla Almanya’dan gelen minik hediyeleri (Yavuz ve Midilli) birleştirdi, işareti gördü. “Allah yürü Enver gir savaşa, arkandayım Dünya lideri olacaksın demişti.” Zira başka hiçbir aklı selim açıklama baldırı çıplak Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmesini açıklayamaz. Ben de çok düşündüm, inanmazsınız uykularım kaçtı acaba Birinci Dünya Savaşı’na yangından mal kaçırır gibi Meclis’in bile haberi olmadan girmek Enver’in suçu muydu? Tek başına elbette hayır! Ülke nerden tutsan dökülüyordu ama savaşta Rusya’dan sonra en çok şehit veren ülke olmak çok acı verici. Girsen bi dert girmesen bi dert. Girmezsen apartta İstanbul’u almak için bekleyen Rusya’nın karşısında dımdızlak kalırsın müttefik olmadığı için, girsen zaten facia.. Ama Enver Paşa kafasına koymuştu, girecekti. Mebus ve Paşa’ların ertesi günü gazetelerden öğrendikleri savaşa girilmişti. Enver Paşa’nın hayaller olamadı. Biricik aşkı karısı Naciye’ye yazdığı mektupta dediği gibi “Dünyayı Naciye’nin ayaklarına seremedi.” Zaten Naciye’de çok da oralı olmadı, Enver 1921’de ölür ölmez Enver’in erkek kardeşine aşık olup onunla evlendi. Enver’in hayalleri olmadı çünkü bir şeyi eksikti. Tıpkı liderliğini yaptığı İttihat ve Terakki’nin babaları sayılan Jön Türkler’in Osmanlıcılık romantizmi, Abdülhamit’in İslamcılık romantizmi gibi birşey eksikti. Eksiklik aynıydı ama bu eksikliğin fazlası vardı Enver Paşa’da; Cesaret! Bu cesaret ve üç beyaz kıl ülkeyi nerelere götürdü! Jön Türkler’de  Osmanlı’da Anayasa’yı ilan edilip yanına bir de Parlamento’yu  eklerlerse ülkenin kurtulacağına adları gibi inanmışlardı. Azınlıklar parlamentoda da kendilerini yönetme hakkı elde ederlerse ne gerek kalırdı ayaklanmalarına? Hem “Düvel-i Muazzama’nın” da çenesi kapanmaz mıydı? Zırt pırt uydurdukları ve uydurma sonucu kışkırttıları azınlık meselelerine karışamazlardı ki artık! Olmadı, meşrûtiyet de tutmadı. Sonra Kızıl Sultan’la Ulu Hakan arasında bir yerlerde Abdülhamit dedi ki “ Madem Balkanlar’daki hristiyan nüfusun çoğunluğu elden gitti  93 Harbi’yle biz de elimizde kalan müslüman malzemeyle “İslamcılık” oyunu oynar memleketi kurtarırız. Hangi Halife, hangi Müslüman kardeşler? Senin Cihad kuvvetine dayanıp Arap’a açtığın savaşta bizzat en çok müslümanlarla savaştın. Düşünsenize Güney Cephesi’ni açmaya kalkıyorsunuz sözüm ona Cihad ilan edip Araplarla İngilizlere karşı savaşacaksınız, Lowrence sizden önce gelip çoktan çılgın partiyi başlatmış. Olmadı, o da tutmadı! En kral toprakları bedava kaybettik Abdülahmit döneminde üstelik çoğu bir kurşun sıkılmadan. Sonra İttihat ve Terakki çıktı dedi ki “Abdülhamit insin, biz 2. Meşrutiyet’le yönetimi ele alalım bak nasıl bahar geliyor ülkeye! Bekle geldi bahar 2.850.000 ölüyle “kol gibi” geldi. Ama bir Allah’ın kulu da çıkıp bu görmek istediklerini gören romantiklere demedi “Birader neyin hayalini kuruyorsun! Okuma yazma oranı %2’yi geçmeyen, kendi tükettiğini üretmeyen bir güçsüz sindirilmiş bu halkla istersen amuda kalk bi halt olmaz. 

Bizim gibi Doğu tipi ülkelerde devlete yüklenen acayip kutsal bir misyon var. Mesela istemediğimiz parti iktidara gelince bunalıma girmeler, mide ağrıları, ülke terketme fantezileri falan, yönetimi ele geçirdiğimizde bir memleket kurtulacakmışcasına heyecanlar, davullar, zurnalar, konfetiler.. Bu fiziksel değişmez bir kanundur; Bir ülkenin yöneticisi ya da yönetici kesimi o ülkedeki insanların ortalama bilinç seviyesidir. Eğer güzelleşmek istiyorsan önce kendinden başla güzelleşmeye. Memleketin mutluluğu için binbir yöntem var illa yönetimi ele geçireceğim diye kasmalara gerek yok. Senin bilinç seviyen yükseldikçe çevreni aydınlatırsın çevren aydınlandıkça memleket aydınlanır. Halkın uyuduğu sürece en nadide yönetim şeklini getir yok çare. Kim söyledi hatırlayamacağım ama şöyle bir söz vardı “Ego der ki olaylar istediğim gibi olsun mutlu olacağım, ruh der ki sen mutlu ol olaylar istediğin gibi olsun.” Alın size memleket meselesi. Ve o eksik birşey yani gerçekçi bakış açısı sadece Mustafa Kemal Paşa’da oldu. E haliyle memleketi kurtarmak ona nasip oldu.