TAZE FASÜLYE 

-Bu kadar sorun tasa dinlemek enerjini aşağı çekmiyor mu?  -Hayır! Onların enerjilerine, duygu durumlarına girmiyorum. Eğer girmeye kalkarsam, üzülürsem, enerjim düşerse onlara yardım edemem. -Peki bu duruma girmemek için yaptığın özel birşey var mı?


TAZE FASÜLYE 

 

-Evet! öncelikle eski yıllara göre kendi duygularımı düzenleme becerim daha yükseldi, kolay kolay enerji kabul etmiyorum ruhuma. Beni yukarı çekeceklere eyvallah! Ama onun dışında kocaman bir bariyer koydum bu bir. Ayrıca şunu hiçbir zaman unutmamak lazım ki herkes hangi acıyı yaşaması gerekiyorsa o onu yaşar. O acı o kişinin yükselmesi için gelen bir metafor sonuçta. Ben ona empati yapmaya kalkarsam onun alanına girer ve belki de o acıyı kendime çekerim ki daha önce de bunu deneyimledim. Hani büyüklerimiz der ya “acıma acınacak duruma gelirsin” diye bendeki de o hesap bu iki. Sadece anlayabilirim ama empati yapmak doğru olmaz. Bir acı yaşadığında bunu fırsata çevirirsen bireylik sınırların daha sağlam oluşur ve kendi bireylik sınırların oluştuğu için karşıdakinin de bireylik sınırına saygı duyarsın, acısını anlarsın ama empati doğru bir yöntem değil. Bir de bizim gelişimimizi belki de en çok etkileyen ayna nöronlar var. Görerek öğreniyoruz. Yani bir anne baba çocuğa kitap okumayı öğretmek istiyorsa kitap oku demek yerine kendi kitap okuyacak. Enerjisi yüksek bir insanla belli bir süre vakit geçirin bakın nasıl yükseliyorsunuz. Ayna nöronlar birlikte olduğunuz insanları hareket ve ruh durumlarını taklit eder. O yüzden sürekli deriz ya en yakınındaki İnsanlara bak senin ortalama bilinç seviyen. Benim enerjim düşerse onların ki daha çok düşer. Yani benim onları aynalamam lazım onların beni aynalaması değil. O yüzden enerjim alanıma dikkat ediyorum. 

 

Şu pozitif düşünme meselesini biraz açmak gerek. Pozitif düşünmek gelecekte başına gelebilecek tüm kötü varyasyonları gözardı etmek değil tam tersi başına herşeyin gelebileceğini dikkate alarak farkındalıklı yaşamak demek ama elbette bu ruh durumuna girerek değil. Buna teslimiyetçilik ya da kendini akışa bırakma ve akışa güvenme de diyebiliriz. Pozitif düşünme aslında tam anlamıyla bu. Kendi değiştirebileceğin sınırların dışında haddini bilmek. Hani Şems’e sormuşlar ya şimdiye kadar neyi öğrendin diye “Haddimi bilmeyi öğrendim” demiş, mesele tam da burada. Yani Yaradan sana diyor ki “Bak ben sana kendi ruhumdan üfledim bununla herşeyi yaparsın ama birşey hariç; başkalarının alanlarına giremezsin, girmeye kalkarsan bu sana kötülük olarak geri dönecektir.” E peki biz hiç mi kötü olaylara müdahale edemeyeceğiz? Mesela çevre her geçen gün daha çok kirleniyor ben şikayet edemeyecek miyim? Hayır edemeyeceksin! Eğer edersen bu sana kötü bir olay olarak başka yerden döner çünkü akışı bozarsın. Ama şöyle bir mekanizma yaratmış Yaradan; Diyor ki sen kendini değiştir, geliştir, yatayda kalırsan (ruhsal gelişimin durursa) seni yataydan kaldırmak, doğru yola sokmak için bir sürü olay gönderirim. Sürekli tekamül et, bunun için başkasının, çevrenin, memleketin, insanların, ananın, babanın değişmesini bekleme. Beklenti içinde olmak bir başkasının alanına girmektir ki burada ne kendin gelişirsin, ne çevreye faydan olur. Sadece kendin değiş, bakış açını değiştir. İlerlemenin yolu kendini revize etmekten geçer. Bir Tao öğretisi der ki “esnek insanların bedenleri de sıcak ve sağlıklıdır, katı, değişime kapalı insanların beden sıcaklığı da düşer ve en soğuk beden ölü bedendir” Değişim durdukça ölüm başlar, önce bilinç ölür sonra beden. Kendin geliştikçe başkalarını kendi iradeleri doğrultusunda enerjin yükseldiği için etkilemeye başlarsın zaten. Dünyayı değiştirmek istiyorsan kendin değiş, barışı dışarda görmek istiyorsan kendinle barış, sendeki değişim kadar dünya değişir. Dış dünyada olup biten herşey kolektif bilincin ve kişisel bilincin yansıması. 

 

Ve taze fasulye! Ne kadar teşekkür etsem az. Geçen gün sosyal medyama taze fasulye ile ilgili yazdığım yazıdan sonra onlarca mesaj geldi taze fasülyeyi biz yaparız siz zahmet etmeyin diye. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Ama üstüne tekrar basa basa söylüyorum ki yeni nesilin dertsizliği başlarına ciddi anlamda dert olacak gibi duruyor. Hayatı anlamlı hale getirmek insanın özsaygısını önemli ölçüde arttırıyor. Özsaygı eşittir iç huzuru ve burda bir kez daha paylaşmak istediğim o taze fasulye yazısı; 

“Çöktüm.. Cuma haftanın yorgunluğu evi sabah Allah’a emanet bırakmışım, bir sürü çamaşır, ütü birikmiş, oğlan sabah kahvaltısını yapmadan okula gitmiş, ceket de giymemiş, alışveriş yemek yapılacak,bunlar rutin sıkıntılar. Bir de major sıkıntılarım var memleketin geleceği, ailevi sorunlarım bir sürü bir sürü.. Ama bunalımımdan sonra gördüm ki sorunu yaşamak çok güzel, geçim derdi, yemek derdi falan.. Hatırlıyorum da Van depreminde insanların öldüğüne dahi üzülememiştim. Meğer insan psikolojisi için ne kadar önemli birşeymiş sorumluluk almak ama boyunu aşmayacak yani kendinden fedakarlık etmeden sorumluluk almak. Akşama yemek pişirme sorumluluğu mesela, öğrencilere Atatürk’ü daha anlamlandırarak anlatabilme tasası, çocuğunu en iyi şekilde büyütme kaygısı falan filan.. Belki bu dediğime pek çok psikolog psikoterapist karşı çıkabilir ama bir kez daha idrak ettim ki çocukluk dönemi herşey demek değil. Yani insan öyle çok da büyük bir neden olmadan da sadece bazen bir film bazen bir olayın etkisinde kalarak bile “sıyırabiliyor kafayı” evet bu kadar basit! Üstelik bilinçaltı dediğimiz yer hiçbir zaman da tam temizlenmiyor. Ama biz yaşadığımız hayatı anlamlandırırsak pek çok kötü şeyden yırtabiliyoruz. Başta kendimizle Barış imzalayıp hayatın sorumluluğunu üstümüze alarak. Hemen her dersimde söylüyorum Kurtuluş Savaşında savaşan bir asker olsaydınız panik atak, depresyon geçirir miydiniz? Psikolojiyi sağlam tutmanın şimdiye kadar gözlemlediğim önemli bir adımı alınması gereken meselelerde hayatı ciddiye almak. Mesela evinin düzenine, yemeğini kendin yapmana, anlattığın dersin kalitesine, bedenine, yemene içmene özen göstermek. Adem hocanın dediği gibi “Davranışta disiplin, duyguda özgürlük.” Bir Latin atasözü der ki “şeytan bile geldiğinde seni çalışırken bulsun” zira zihnin çalışması çok tehlikeli gereksiz yere. Ama bu dünyaya doğru anlamı yüklersek bugün dünyada evsiz kalan 50 milyon çocuk için yanıp tutuşuruz ve bu tutuşma bizim psikolojimizi de dipdiri ve sapasağlam tutar. Hayat anlam kazandıkça güzelleşir. Yani insan kodu üretim, işe yarama üstüne yaratılmış. O yüzden yaşasın çalışmak, yaşasın taze fasülye ayıklayıp ütü yapmak.Yaşasın sıradan insan olmak.”